İnsan, dünyaya gelişiyle beraber memeye ve bakımverene olan muhtaçlığı ile başlayıp, dünyayla vedalaşana kadar her daim ötekinin varlığına ihtiyaç duyar. Ötekine duyulan bu ihtiyaç, insan için hem fiziksel hem ruhsal anlamda yaşamsaldır. Memeden emdiği sütle karnı doymuş bir bebeğin yaşamsal ihtiyacını anlık olarak da olsa gidermiş olduğunu düşünebiliriz, fakat muhtemelen düşüncede eksik kalırız. İhtiyaç henüz sonlanmış değildir, bebek anneyle her rastlaşmada onun bakışından kendisini tanımlama ihtiyacı içerisindedir. Annenin duygu ve tepkileri bu ihtiyacın giderilip giderilemeyeceğinin belirleyicisidir. Bebeğinin gözlerine sevgiyle bakarak onu emziren, şefkatle okşayan ve duygusunu gerek fiziksel gerek ruhsal mesajlarla aktaran bir anne, bebeğinin varoluşunu kutlamakta, ona varlığının değerli olduğu bilgisini aktarmaktadır. Bebek bu bilgiyi alır ve artık kendine dair bir algıya sahiptir. Varlığını ötekinin gözünden yola çıkarak inşa eden bebek, bu inşa ile beraber nesneleri de tanımaya başlar. Artık ben/nesne ayrışması gerçekleştirmiştir, böylelikle ben’in ve nesnenin sınırları belirginleşir. Daha sonraları, Freud’un ödipal dönem adını verdiği süreçte ise anne-çocuk ilişkisi üçgenleşerek ilişkiye baba ve babanın yasası dahil olur. Artık nesneler dünyası genişlemiş, ilişkiler farklı formlar almaya başlamıştır. Kısaca ifade etmeye çalıştığım ancak oldukça derin anlamlar barındıran bu yapılanma, bebeğin ilişkilenme prototipini oluşturur. Şayet bireyin yaşamının devamındaki ilişkileri anlama gayretindeysek, bu yapılanmayı geçmişe dönerek irdelememiz gerekir.
Bu yazıda niyetim; bireyin romantik ilişkilerinde deneyimlediği “alternatif ilişkiler” olarak söz edeceğim aldatma olgusunu psikanalitik bir bakış açısıyla anlamaya çalışmaktır. Elbette her ilişkinin dinamiği farklı ve her aldatma hikayesinin anlamı kendi içerisinde anlaşılabilirdir ancak bazı temel meseleleri anlamak, bireyin alternatif bir nesneye yönelme ihtiyacının dinamiklerini anlamamızı kolaylaştırabilir.
İlk paragrafta sözünü ettiğim, öznenin bir nesne tarafından görülme, duyulma, fark edilme ihtiyacı yaşam boyu varlığını sürdürür. Birey, ilişki kurduğu nesneler tarafından kendisine atfedilen anlamın ne olduğuyla fazlasıyla ilgilenir. Aşk ilişkilerinde de partnerinde heyecan uyandırabilmek, sevgi dolu bakışlar görebilmek, takdir edilmek, varlığıyla mutluluk uyandırmak elbette kıymetli ve doyum veren deneyimlerdir. Ancak zaman zaman, bu yaşantıların zıttını farklı partnerlerde defalarca deneyimleyen kişilere rastlarız. Yani, kişi partnerleri tarafından hor görülmekte, değersiz hissettirilmekte ve sanki varlığı karşı tarafı mutsuz etmektedir. Bireyin kendi dinamiklerinden yola çıkarak; ilk nesnesiyle benzer duyguları deneyimlemiş olmasının, “ona ve oraya” tanıdık olan ilişkilere çekilmesinde bir sebep olabileceğini düşünebiliriz. Benzer minvalde; depresif, ilişkiden kaçınan yada ilişkiye yeterince yatırım yapmakta zorlanan partnerlerin seçimleri, kişinin o ilişkide arzu edilen bir nesne olarak varolamamasını beraberinde getirir. Fakat bireyin doyum arayışı sonlanmaz. İşte bu noktada alternatif ilişkilere çekilmek, bir doyum aracı olabilir. Onu gören, ilgilenen, varlığından mutlu olan bir partnerle yaşanacak birliktelik, öteki ilişkide eksik olan doyumu sağlayacaktır. Bu durumda, kendi ilişkisinden neden gitmediğini ve niçin alternatif bir ilişki yaratma yolunu seçtiğini düşünebiliriz. Bunun farklı cevapları olsa da, çağrışımlarım gözümün önüne annesinin paçasına yapışmış halde ağlayan bir çocuğu getiriyor. Anne çocuğa bakmıyor fakat çocuk ısrarla dikkat çekmeye, görülmeye çalışıyor. Bu yaşantıda annenin bir an olsun ona bakabileceği ihtimali, çocuğun deneyimleme ihtimali olan doyuma sıkı sıkıya tutunmasına sebep olabilir.
Farklı bir açıdan, yukarıda bahsettiğim dinamiğin tam zıttı da, alternatif ilişki yaratma bağlamında ele alınabilir. Yani kayıtsız bir ebeveynin zıttı olarak invaziv (istila eden, yayılan alan kaplayan) bir ebeveynle kurulan ilişkinin bırakabileceği izden söz ediyorum. Çocuk daha yaşamının başında böylesine işgalci ve benlik sınırlarını yok sayan bir ilişkiye maruz kaldığında, buna bir savunma olarak benliği koruyan keskin sınırlar ve ilişkisiz bir tutum geliştirebilir. İlişki bir “istila” anlamını taşıdığından, herhangi bir partnerle derinleşmek, yakın ilişki kurmak korkutucu ve benliği yok edici anlamlar taşımaktadır. Hal böyle olduğunda ikinci bir ilişki yaratmak, aslında her ikisi arasındaki boşlukta salınmayı, herhangi bir ilişkiye tam anlamıyla dahil olmamayı da getirebilir. Ne a nesnesi ne de b, kişi hiçbirine kendisini tam anlamıyla teslim etmemiş ve böylelikle benliğini nesnenin işgalinden koruyabilmiştir.
Alternatif ilişki kurma sürecini anlayabilmenin bir yolu da kişinin ödipal çatışmalarına kulak kabartmaktır. İlksel nesne ile kurulan ilişki, ödipal süreçte farklı bir forma bürünür. Babanın ve onun yasasının tanınmaya başlanması, aynı zamanda babayı arzulayan ve cinselliği olan anneyi de tanıma zorunluluğu getirir. Anne artık çocuğuna karşı sevgi dolu olan annenin yanında, eşine karşı cinsel arzuları olan bir annedir de. Bu çarpıcı bilgi anneyle olan dual ilişkiyi yıkar, çocuğun karşısına rekabet edemeyeceği kadar güçlü ve anne tarafından arzulanan bir babayı koyar. Ancak çocuk bazı savunma düzenekleri geliştirerek bu gerçeklerle baş etmeye çalışır. Bunlardan birisi, ilkel bir savunma mekanizması olan bölmedir. Çocuk anneyi; sevgi nesnesi/cinsellik nesnesi olarak böler, cinsel anneyi bilinçdışı süreçlerle bastırır ve anne; cinselliği olmayan, temiz, saf, sevgi nesnesi olarak kalmaya devam eder. Şefkat ve şehvet duyguları ayrıştırılmıştır. Bu bölme düzeneğinin yetişkinlikteki karşılığını, sevgi duyduğu kadınlarla cinsellik yaşayamayan, cinsellik deneyimi yaşadığı kadınlarla ise derin ve romantik bir ilişkiye giremeyen kişilerde görebiliriz. Sevgi ve cinsellik aynı partnerde bütünleşememektedir. Özellikle evlilik gerçekleştikten sonra kişinin partneri; zihindeki evli, saf ve cinselliği olmayan sevgi nesnesi konumuna yerleşirken, bölmenin diğer ayağındaki cinsel nesne, ayrı bir partnerle alternatif bir ilişki olarak yaratılabilir. Bu kişiler Freud’un söylemiyle, “Aşık oldukları zaman arzulamazlar ve arzuladıkları zaman aşık olamazlar.”
Alternatif bir ilişki yaratma sürecini, her çiftte yeniden anlayabilir ve yorumlayabiliriz. Bu tür bir yaşantının içinde, hiç şüphesiz her iki tarafın da dinamikleri etkilidir. “Tekeşlilikten bahsedildiğini hiç duymamış olsaydı çoğu insan tekeşliliğe asla kalkışmazdı.” diyor Adam Phillips. Yazıda ele aldıklarım çokeşlilik olgusuna bakışın yalnızca bir kısmını oluştursa da, bu süreci anlamak adına yeni kapıları aralayabilir diye düşünüyorum.
Görsel Hakkında: Aşk Tanrısının Öpücüğü İle Canlandırılan Ruh, Neoklasizmin en sevilen heykellerinden biridir. Romalı aşk tanrısı Cupid (Yunan Eros’tan uyarlanmıştır) ve insanken tanrıçaya dönüşen Pysche’nin (ruh) yer aldığı bu mermer şaheser, 1793 yılında İtalyan heykeltraş Antonio Canova tarafından oyulmuştur. Eser, yasak bir kutuyu açtıktan sonra derin, ölüm benzeri bir uykuya daldırılan Pysche’nin, kocası Cupid’in bir öpücüğüyle uyandığı dokunaklı anı anlatıyor.
Yararlandığım Kaynaklar:
Freud, S. (2021). Cinsiyet ve Psikanaliz. Çev: S. Hilav. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi.
Erten, Y. (2018). Çekirdek Çatışma ve Alternatif İlişkiler Üzerine Bazı Düşünceler. Suret, 10, 285-296.
Phillips, A.(2018). Tekeşlilik. Çev: B. Somay. İstanbul: Metis Yayınları.
https://www.sanatlaart.com/cupid-ve-psyche-antonio-canova-ve-sanati/